29 Şubat 2008 Cuma

The Blue Nile



Jason'dan bahsetmişken onun da çok sevdiği ve listesine aldığı İskoçyalı bir grup The Blue Nile ve tarihçesi 80lerin başına dayanıyor. Müzikleri için de 80leri kavurup savurduğunu söylersek hata etmeyiz umarım. Özellikle klavyeler, synthesizer vs kullanımı bu fikri fazlasıyla destekliyor. Grubun ilginç bir hikayesi de albüm aralarında yılların geçiyor olması. Toplamda 4 albümleri var: 1984'te yayınlanan A Walk Across the Rooftops, güzelliğinde herkesin hemfikir olduğu 1989 tarihli Hats, 1996 tarihli Peace at Last ve 2004'te yayınlanan High. Bu grubu sevmek için yine o dönemin daha "elit" kalmış benzer gruplarını seviyor olmak yeterli olabilir. Başka nedenler de bulabiliriz sevmek yada sevmemek için. Mesela Scott Walker'dan etkilenmişler desem Emre'de merak uyandırabilir fakat Bryan Ferry de benzetiliyor desem Emre şöyle bir kaşlarını çatar eminim. Kıvanç zaten seviyordur, sadece Bob Dylan kitabı yazan bir kişi değil, müzik zevki su götürmez zaten. Güneş belki sözlerini sevebilir, müziği konusunda birşey diyemeyeceğim. Baran da belki sever gibi duruyor ve fakat doktor konusunda biraz şüphelerim var. Handan ve 7 kızkardeşler de severler eminim. Ama Murat bırak şu gay müziğini diye elinin tersiyle geri iterken Everything But the Girl'e benzetiyorlar ama diyerek Rüzgar'ı tavlıyabilirim. Selin dinlerse sevecektir de Doruk yeter artık kapat şu müziği de yemek yiyelim diyebilir. Tuncay, zaten sever de, ona da Soft Cell, David Sylvian demek yeterli olacaktır. Paul Buchanan'a şapkamızın ucunu tutup hafifçe eğerek selam ediyoruz ve diğer projelerinde de başarılarının devamını diliyoruz.


[Blue Nile - Tinseltown in the rain ]

Link isteyenler için de buyursunlar adresimiz: http://hypem.com/artist/blue+nile


Çok yazıp da grup hakkında bilgiyi de grubun sadece kendisinin verdiği bir yazı oldu, artık siz de kusura bakmayacaksınız.
.
.
.

Etiketler: , ,

Jason Ankeny vs Emre



Başlıktaki “vs” ye takılmamak lazım tabi (Engin Ardıç vs Hıncal Uluç kadar çok heyecanlı olmayacaktır çünkü) ve fakat benim vurgulamaya çalıştığım bu iki kişinin top 25 albüm listelerini karşılaştırılabildiğinde benimle çelişen kısımları. Dolayısıyla Jason Ankeny and Emre vs Blue Thunder mevzu bahistir olan biten. Nedir çelişkiler konusuna geldiğimizde Jason'un listesinden örnekler vereceğim (Emre'yi daha az tanıdığım için onun listesindeki karşılıkları bilemeyeceğim).

1. Van Morrison, Astral Weeks
12.Nick Drake, Bryter Layter
22. Love, Forever Changes
24. The Beatles, Abbey Road

Van Morrison (eminim hepiniz seviyorsunuz) ama ben sevmiyorum. Siz ben yokken kendi aranızda dinleyin eğlenenin vs. Nick Drake ve Love konusunda ise sevmiyor değilim ve fakat içimde dinlemek için yanıp, patlayıp ve de sönen volkanlar yok maalesef. The Beatles: Paul McCartney olmasa gece gündüz dinlerdim, o kadar ki geçen gün MTV'de yayınlanan bi Ringo Star şarkısı dinledim, sıradan ve alemeti farikası olamayan bi şarkı olmasına rağmen sevdim diyebilirim (Bu gece Emre The Beatles plakları ile evi inletecektir intikam için ve fekat heyhaaat onda Beatles plağı yok mu ne?). Her neyse eskiden editörlük yaptığı AMG için freelancer olarak desteğine devam eden üstad Jason'ı burada anmazsak olmazdı, biz de tribute olayını ancak böyle satır aralarında yapabiliyoruz fakat Emre meze oldu, ona yazık sadece...

Etiketler: , ,

28 Şubat 2008 Perşembe

I'm Not There


Memleket sınırları dahilinde henüz izleme şerefine nail olamasak da, i'm not there övgüye doyamayan, hemen her festivalden/törenden cebinde yeni bir ödülle dönen bir film oldu bile. İçeriği hepimizin malumu olan filmin yakın zamanda soundtrack albümü de yayımlanmış. Albümde adı geçen kişilere bakınca neredeyse göze/kulağa yabancı gelen kimsenin olmaması güzel bir detay tabi. Şu sıralar için bildik tanıdık seslerin, alışık olduğumuz ve tekrar tekrar dinlediğimiz şarkılarına güzel bir alternatif bu Dylan coverları. Ayrıca son bikaç gündür aralıksız dinlediğim Glen Hansard & Markéta Irglová ikilisi de benim için albümün sürprizi. Çift cd olarak piyasaya sürülen albüm şöyle bir listeye sahip:

Cd-1
1- All Along The Watchtower - Eddie Vedder & The Million Dollar Bashers
2- I'm Not There - Sonic Youth
3- Goin' To Acapulco - Jim James & Calexico
4- Tombstone Blues - Richie Havens
5- Ballad Of A Thin Man - Stephen Malkmus & The Million Dollar Bashers
6- Stuck Inside Of Mobile With The Memphis Blues Again - Cat Power
7- Pressing On - John Doe
8- Fourth Time Around - Yo La Tengo
9- Dark Eyes - Iron And Wine & Calexico
10- Highway 61 Revisited - Karen O & The Million Dollar Bashers
11- One More Cup Of Coffee - Roger McGuinn & Calexico
12- The Lonesome Death Of Hattie Carroll - Mason Jennings
13- Billy 1 - Los Lobos
14- Simple Twist Of Fate - Jeff Tweedy
15- Man In The Long Black Coat - Mark Lanegan
16- Señor ( Tales Of Yankee Power ) - Willie Nelson & Calexico

Cd-2
1- As I Went Out One Morning - Mira Billotte
2- Can't Leave Her Behind - Stephen Malkmus and Lee Ranaldo
3- Ring Them Bells - Sufjan Stevens
4- Just Like A Woman - Charlotte Gainsbourg & Calexico
5- Mama You've Been On My Mind / A Fraction Of Last Thoughts On Woody Guthrie - Jack Johnson
6- I Wanna Be Your Lover - Yo La Tengo
7- You Ain't Goin' Nowhere - Glen Hansard and Markéta Irglová
8- Can you Please Crawl Out Your Window? - The Hold Steady
9- Just Like Tom Thumb's Blues - Ramblin' Jack Elliot
10- The Wicked Messenger - The Black Keys
11- Cold Irons Bound - Tom Verlaine & The Million Dollar Bashers
12- The Times They Are A Changin' - Mason Jennings
13- Maggie's Farm - Stephen Malkmus & The Million Dollar Bashers
14- When The Ship Comes In - Marcus Carl Franklin
15- Moonshiner - Bob Forrest
16- I Dreamed I Saw St. Augustine - John Doe
17- Knockin' On Heaven's Door - Antony & The Johnsons
18- I'm Not There - Bob Dylan with The Band

Etiketler: , , ,

bir öneri yazısı


11 ayın sultanı benim için temmuzdur. o ayda doğduğum için değil; en güzel mevsim yaz, en güzel yaz ayı da temmuz olduğu için. (kime göre neye göre?) ben nedense yazın kalipso, twee pop vs gibi oynak şeyler dinlemeyi severim. ancak july skies adından da anlaşılacağı gibi, herhangi bir yaz ayının herhangi bir gününün son derece dingin geçebileceğini hepimize hatırlatıyor. parlak mavi gökyüzünde birkaç beyaz bulut ve güzel bir yaz havası. Make Mine Music Records'tan çıkan The Weather Clock'u dinlemenizi öneririm. Bu kısa ve vasat blog yazısını konuyla ucundan ilgili bir şiirle kurtarmaya çalışayım...


Epilogue to Through the Looking-Glass


A boat, beneath a sunny sky,
Lingering onward dreamily
In an evening of July -

Children three that nestle near,
Eager eye and willing ear,
Pleased a simple tale to hear -


Long has paled that sunny sky:
Echoes fade and memories die:
Autumn frosts have slain July.


She still haunts me, phantomwise,
Alice moving under skies
Never seen by waking eyes.


Children yet, the tale to hear,
Eager eye and willing ear,
Lovingly shall nestle near.


In Wonderland they lie,
Dreaming as the days go by,
Dreaming as the summers die:


Ever drifting down the stream -
Lingering in the golden gleam -
Life, what is it but a dream?

.
.
.

Etiketler: , , , , , , ,

22 Şubat 2008 Cuma

Buzz In My Head

[Buzz In My Head öncesi Dead Wareham seyirciye anons yaparken bir enstantane]

Galaxie 500'ın 1988'de konserlerinde çaldıkları fakat kaydedilip yayınlanmamış bir şarkısı. Gitarlarında Jonathan Richman havasının(Dean Wareham'ın deyimiyle "Jojo flavor") hakim olmasıyla birlikte şarkı hiç de bildiğimiz Galaxie 500 şarkılarına benzemiyor. Orta tempoda ilerleyen bu şarkıyı 2004'te Plexiefilm tarafından yayınlanan, içinde Yo La Tengo'dan James McNew tarafından yapılan ropörtajlar da içeren "Don't Let Our Youth Go Waste" DVD'sinden öğreniyoruz. Jonathan Richman coverlarından ve Today albümü çıktıktan sonra Jonathan Richman'a da elden bir kopya hediye etmelerinden bu şarkıyla Jonathan Richman için "sempatik aktivasyonlar" (tribute to Ahmet Çakar) içeren bir davranış amacıyla yapıldığını fakat grubun genel sounduyla uyuşmadığından kaydetmekten vazgeçtiklerini düşündürüyor.


21 Şubat 2008 Perşembe

marla hansen

































14 şubat 2008 gecesi Jens lekman’ı ve Kim Ki O’yu dinlemek üzere Babylon’daydık. Kim Ki O sahnedeyken iki-üç sıra önümüzde duran kadının Jens Lekman’ın viyolacısı olduğunu Jens Lekman ve eşlikçileri sahne aldıkları zaman öğrendim. Jens Lekman’ın viyolacısı, gözlüğü ve saç kesimiyle bir arkadaşıma çok benziyordu. İki-üç sıra önümüzdeyken de ilk görüşte o benzettiğim arkadaşım sanmıştım.

Jens Lekman’ın viyolacısının Marla Hansen olduğunu ise ilk şarkıdan sonraki takdimde öğrendim. Lekman “Marla Hansen on viola” dediği zaman istemsizce ağzımdan çıkan aa’nın ardından konserbadilerime dönüp Marla Hansen’in kendi şarkıları olduğundan falan bahsedip kısa bir süre için de olsa tipik bir Babylon gevezesine dönüştüm.

İki-üç sıra önümüzdeyken Marla Hansen’in Marla Hansen olduğunu bilseydim yanına gidip içinde İngilizce’nin melankolik deyimi ‘underrated’ geçen mütevazı bir methiye düzmeye çalışırdım herhalde. Marla Hansen’in mütevazı görünümlü şarkıları gördüğünden çok daha fazla ilgiyi hak ediyor.

Marla Hansen birçok grup ve müzisyene viyolasıyla eşlik ediyor. (Sufjan Stevens, My Brightest Diamond vs.) Wedding Day isimli ep’si ise ileride neler yapacağına dair merak uyandırmanın da ötesinde bir teminat olgunluğuna ve duruluğuna sahip. Bu ep.nin şarkılarına ulaşmak çok kolay :

http://www.lastfm.com.tr/music/Marla+Hansen

http://www.myspace.com/marlahansen

Etiketler: ,

20 Şubat 2008 Çarşamba

bando şefinin göbeği / gül'e mektup

..they gift each other a thousand names
and take them off, take them off again
like excessive jewelry

youme knows what meyou wants
meyou knows what youme wants
and it's granted

...

ben, uzun süredir, ara ara.. einsturzende neubauten'ın bir şarkısını dinliyorum.. youme & meyou (ya da yumi ile miyu; japon aşıklar).. dinliyorum, şarkının ritminin, bay bergeld'in sesinin hipnotize edici bir hali var ama daha çok sözleri yüzünden.. epey ortalıkta dolandım, sağa sola anlattım, böyle bir şarkı var biliyor musunuz, sözleri bir değişik.. nasıl anlatmalı, -bensen ile senben birbirlerini çok iyi tanıyorlar, biliyorlar, bu hal onlara 'bahşedilmiş' bir hal, önce birbirlerine binlerce isim takıyorlar -aşıklar ya, o yüzden bu isimler aşk sözcükleri olabilir,- ama daha sonra tüm bu isimleri geri alıyorlar, aşırıya kaçılmış mücevherler gibi. birbirlerini o kadar iyi tanıyorlar ki, otel odasının anahtarı hangisi diye ucuna püskül takmak gerekmiyor,..


..[they defend each other against the past
if the future isn't bright at least it's colorful
so burn the ship come spring]
they fail, fail and try again fall off a cliff, succeed, and fall, fall again they have proven quite effectively that bumblebees indeed can fly against the field's authority..


işte ben böyle kıvranırken, birisi -gözleri parlak görüşü keskin birisi- bu sözlerin ona tanıdık geldiğini söyledi.. hatırlayamadı ama bir hafta geçince metin de biryerlerde ortaya çıktı..

bir rilke şiiri. şiirden bir alıntı;


"Bulmuşlardır ya birbirlerini, birbirlerine yeni bir cins olmak için.
Birbirlerine yüzlerce ad vereceklerdir ve yeniden alacaklardır birbirlerinden, yavaşça, bir küpe çıkarır gibi."


o zaman şarkı, benim için de duruldu. nasıl demeli, işte, bir ferahlık.. sonra -bu sefer keyfen- şiirin alıntılandığı yer de ortaya çıktı- cansever'in bir oyun/şiir'i..
içinde de şöyle bir kısım var.. filmin sonunda şok edici bir şey olmayan, sade hayattaki gibi, günü geçirmek için, hiçbir şeyin değişmediği..

"İşte o genç ve güzel kız bir sabah kalkıyor ve intihar etmeye karar veriyor. Giyinip süsleniyor üstelik. İlaç dolabından iki tüp nembutal alıp masanın üstüne boşaltıyor. Tam o sırada bir bando-mızıka takımı geçiyor kapının önünden. Genç kız içgüdüsel bir hareketle pencereye koşuyor. Gözü bando şefinin göbeğine takılıyor nedense. Çılgınlar gibi gülmeye başlıyor. Sonra da.. masanın üstündeki nembutal tabletlerini avuçlayıp konfetiler gibi savuruveriyor pencereden."


..



but they don't use the word
once dropped it might break.





Etiketler: , , ,

12 Şubat 2008 Salı

ode to beckett

Into this furnace I ask you now to venture
You whom I cannot betray


Hayatsızlık baki elbet de .Nefes aldığı bu limandan kıyıya tutunmak
için ne yapsın ; kendinin kılacak bir tutam hayat ararken tıkanıp
kalıveren cenaze bekçisi ? Yahut artık dizleri tutmaz olmuş , bir
umut sırtına yuvalanmış kargalarla bir koşmaya çalışan bakışsız çocuk
Ey bu satırların yazarı..
Hepsi bir vakitler okudu bu kitabı . Öyle de sevdiler ki hem .Yeni
doğan her günü o sayfalara sarıp kutsayacaklardı.. Sayfalara eğilip..
onlarla kıvrılacaklardı

- Peki ne oldu ?

Olmadı heyhat..Mürekkep kurumadan yuttu gözleri..
O vakit hep bir ağızdan söylediler

- et de longs corbillards, sans tambours ni musique,
defilent lentement dans mon ame, l'espoir,
vaincu, pleure, et l'angoisse atroce, despotique,
sur mon crane incline plante son drapeau noir

Bir arkadaşı şöyle dedi laf arasında

- Kadavra odasında fişlenmiş harf yığınlarından
en kesilmeye hazır olanı seçmektir konuşmak dedikleri.


Hayatsızlık baki idi : hepsi bir vakitler okudular bu kitabı.
Ne ki içlerinde en düşkün olanı hep aynı sesleri duyuyordu :


By solemn vision and bright silver dream
His infancy was nurtured. Every sight
And sound from the vast earth and ambient air
Sent to his heart its choicest impulses.
The fountains of divine philosophy
Fled not his thirsting lips, and all of great,
Or good, or lovely, which the sacred past
In truth or fable consecrates, he felt
And knew






Etiketler: , , ,

9 Şubat 2008 Cumartesi

Neler Oluyor Hayatta?

Bazı çıkan yada çıkacak olan yeni albüm haberleri:

Nada Surf - Lucky (Barsuk)
American Music Club - The Golden Age (Merge)
Radar Bros. - Auditorium (Merge)
Ida - Lovers Prayers (Polyvinyl)
Dead Meadow - Old Growth (Matador)
Stephen Malkmus & The Jicks - Real Emotional Trash (Matador)
British Sea Power - Do You Like Rock Music? (Rough Trade)
cat Power - Jukebox (Matador)

8 Şubat 2008 Cuma

ya en başta ya en sonda

geldim, durdum ve dedim ki: ben neden geldim ve durdum? kimi zaman durmak iyi gelirdi, sonra sıkılırdım ama iyi gelirdi işte.

- sabah güneşinden gün batana kadar, oturduğu bankta gemileri izleyen bir adamın hikayesini anımsadım sonra... Yanlış hatırlamıyorsam eğer; körfezde... Öylesine vakit geçirmenin, tamam hatta, aylaklık yapmanın iyiliğini anlatan bir hikayeydi... 200 millik bir aylaklıktı bahsi geçen.

... sonra, nick'ler alırız kendimize. 'katiyetle muğlak', mesela. benim kendime uygun gördüğüm bu. Aman, aman n'olur gereksiz açıklamalar yapmam gerekmesin.

- tavana gözlerini dikip de uykuyu bekleyen adamın hikayesini de düşündüm. Onun tembel olduğunu düşünenleri aptal buluyordu bu adam. Pencerenin önünde oturup sokağa bakması bile, dünyada olup bitenler hakkında bir fikri olmasına yeterliydi, geri kalan zamandaysa uyumaktan daha iyi ne olabilirdi ki zaten...

... sonra, yazdığı her kelimeden para kazanan; kirayı, faturaları ne bileyim işte rutin giderleri ödeyen, bıkmadan usanmadan yazan ama yazarken ne dediği hakkında tek bir fikri bile olmayan biri, daha fazla neden yazmak isterdi ki?

fikrim yok. alışmaya çalışıyorum tekrar. aman ne iyi...

Etiketler: , , ,

5 Şubat 2008 Salı

Bir gün, bugün ve her gün


Her gün yeni bir güne uyanıyorum(uyanıyoruz). Hep aynı güne. Hep aynı "Acaba bugün neyi başarmayacağım?". Zaman neden savaştığını bilmeden toprakta sürünen askerler misali geçiyor. Huyunu değiştirmeden, sürekli bel altına çalışıyor. Çok sıradan bir gün aslında, yapılması en muhtemel şey ağaçları izlerken zamana teslim olmak. Onlarla beraber yavaş yavaş çürümek. Akıntıya karşı durmak olabildiğince zor. Şehrin kaldırımları soğuk ve kaygan. Uzaklaşamıyoruz. Uzaklara sürmek çok "uzak" bir ihtimal. İçimi kaplayan boşluk duygusu bir o kadar rahat aslında. Çaba harcamak oldukça anlamsız. Sosyalleşebilmek ise imkansıza yakın. "Dışarda" neredeyse herkes komik davranıyor, garip davranıyor hatta. Herkes olmadığı birşeyi, yaşama ve gerçekleştirme çabalarında. Oysa tüketilen hep aynı hayatlar ve yalanlar. Patronlar ne isterse onu yaşamak zorunda herkes, ne isterse onu tüketmek zorunda. Basit olarak ne isterse "o" olmak zorunda veya en azından bu konuda çabalamak sorumluluğu içerisinde. Yeni bir şeye tahammül yok, yeniden üretime mahal yok. Sadece seri üretim. Kaynaklar tükenince ise lütfen sıradakini alalım. Evet, biz çoktan teslim olduk. Haksızlık ediyorum belki, en azından ben teslim oldum. Bugün neyi yanlış yaptım sorusuna bir cevap daha ekleyebilirim. Bu yazıyı yazdım. En azından bugün bununla yetinmek lazım. Önümüz açık ne de olsa. Bol şans...