19 Ekim 2008 Pazar

Chelsea On The Rocks


Filmekimi vesilesiyle bir ukte daha doldu. Dolmasa daha iyiydi diyorum şimdi ama, olan oldu bir kere sevgili okuyucu...

Filmden aklımda kalan tek güzel enstantane, birinin -onun da kim olduğunu hatırlamıyorum-, Chelsea Hotel'le ilgili, "onu Chelsea Hotel olarak okumayacaksınız, kısaca Hot C. ya da Hotel Che, Che Guevara gibi" yorumunu yapması.
Bir de güzel bir detay; konuşmacılarla yapılan sohbetlerde, bir konuşmadan diğerine geçilirken söyleyenin lafının tamamen bitmesi beklenmemiş, konuşanın sesi azalırken, bir sonrakinin sesi onun üstüne yükselmiş. Bu da, sanki otelin koridorlarında gezinirken, bir odanın önünden geçerken ordan gelen seslere kulak kabartmamız, adımlarımıza devam edip diğer odanın önüne gelirken geride kalanın sesinin yavaş yavaş duyulmamaya başlaması ve yeni bir konuşmaya kulak kabartmaya başlıyor olmamızla özdeşleştirilmek istenmiş. O sohbetleri dinlerken/izlerken sanki otelin koridorlarında geziniyoruz ve sırayla odalara kulak kabartıyoruz, muhabbetlere tanık oluyoruz gibi hoş bir hava. Ben bunu sevdim filmde.
Onun dışında, aklıma gelenler hep menuniyetsiz yorumlar. Onlardan dem vurmayacağım tabi ki ama, filmde Leonard Cohen'in L'sinin bile zikredilmiyor oluşunu ben nasıl sindireyim? Chelsea Hotel demişken, o hüzünlü sesiyle "i remember you well..." dizesiyle başlasın, bir de beyaz perde vesilesiyle içimi titretsin diye bekledim, ama nafile...
Aceleye gelmiş bir belgesel olmuş bu, kanımca. Bir şeyler değil de, çok şeyler eksik kalmış. Keşke izlemeseymişim de, aklımın bir köşesinde gözümde büyüttüğüm haliyle kalsaymış bu belgesel.


O değil de, En Mand Kommer Hjem'ın müzikleri şahaneydi. Aramakta taramaktayım, halen ve halen ...
Bu da benim miniminnacık Filmekimi 2008 kritiğim olsun. Şimdi, aklıma gelmişken, şunu da eklemekte fayda görüyorum; tüm zamanların (Faust konseri bonusuyla birlikte) en bol Erdem Abi'li Filmekimi oldu bu, öyle değil mi üstad?

Etiketler: , , , ,

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa