24 Temmuz 2008 Perşembe

modernizmin yerel zamanlama sorununun kitlesel açılımları


Her yıl haziranın 8’i ile ekim’in 8’i arası beni bir tembellik havası esir alır. Sekizlerin sırrı, sonsuzluk işaretine benzemesindendir; sanki bu uyuşlukluk hali de senenin sonuna kadar devam edecek, hatta sonrasında da bir ömür boyu sürecek gibi gelir.. neyse ki havalar biraz serinlediğinde gene bir kanguru gibi canlanırım.. ama hava sıcaklığının insanı pelte kıvamına getirdiği şu günlerde insanın tansiyonu zırt pırt inip çıktığından bünyeye fazladan bir bitkinlik daha biniyor.. o yüzden gün içindeki hareketleri de en aza indirmekle minimum enerji harcayarak tembelliğimizden bir ödün vermeden günü bitirebiliyoruz.


Dün sabah öğlene doğru sauna gibi odamda anca uyanıp sendeleye sendeleye mutfağa yöneldim. Amacım en kestirme yoldan bir kahvaltı etmekti. Ancak ev halkı kahvaltısını etmiş, kalan kalvaltılık malzemeyi de bana bırakmıştı.. ama bu temmuz sıcağında kim bir domatese bir salatalığa uzanacak? Ekmeği ısıtacağım da üstüne tereyağ süreceğim, sonracığıma lokmaları iyi yutmak için iki dakkada bir, bir de çay bardağı kaldıracağım ?? anlatırken bile daral geldi....

En kestirmesi bir kase sütle, marketlerde envai çeşit satılan mısır gevrekleri.. hem dolaptan çıkan sopsoğuk sütle de güne dinç bir şekilde başlamanızı sağlıyor, hem de tek yapmanız gereken süte gevreği boşaltıp bir de çekmeceden kaşık çıkartmak.... Daha da az enerji harcamak için hepsini mutfağın tam ortasında belirlediğiniz bir noktadan halledip, malzemeyi hazırladıktan sonra da geçip salonda divana yatmak yerine gene aynı noktada ayakta durarak gevreğinizi yemektir.. ama yaz tembelleri her işi yatarak yaparlar. O yüzden sütlü gevreğinizi de yatarak yemeniz nasiptir.



İşte dün, tam mutfakta kendime yiyecek bir şeyler hazırlamakla uğraşırken, mutfak tezgahının ne kadar gereksiz şeylerle işgal edildiğini fark ettim.. kavanozlar, kirli bulaşıklar, dolaptan çıkarılıp orda unutulmuş şeyler, tutacaklar, tost makinesi, su ısıtma makinesi, ordan burdan çıkan neyin nesi olduğu bilinmeyen ama bir aletin çalışması için gereken gücü sağladığına emin olduğumuz kablolar, kablolar.... hiçbir şekilde nasıl çalıştıklarını bilmediğim makinalar, anlatılsa da çok yüzeysel bir şekilde aklımda tutacağım o garip çalışma sistemleri..... hayatımızda aslında o kadar çok gereksiz kablolu alet var ki! Modernliğin ölçütünün elektrik kullanımından geçtiğini düşünüyor çağdaş icatçılar sanırım. Eskiden kollu meyve sıkacağı vardı, değil mi? Elektriklisini kullanan var mı aranızda? Ben kullandım, bizde bir adet var. Size sağladığı kolaylık nedir allah aşkına bu aletin? Üstelik elektrik de harcayıp çevreye karbon salıyor.... siz portakalı ikiye bölüp o döner başlı limon sıkacağı gibi aletin üstüne koyuyorsunuz.. siz bastırdıkça o dönüyor, sonra da alttan meyvenin suyu bardağınıza akıyor.. bu mu kolaylık? Kollu meyve sıkacağında ise gene aynı düzeneğe ama bu sefer dönmeyen başlı limon sıkacağına portakalı koyuyorsunuz, iki kol hareketiyle tamam.. meyve suyunuz hazır..


Bir başka gereksiz elektrikli alet ise ekmek kızartma makinesidir bana göre.. evinde ekmek kızartma makinesi bulunan insanlar yıllardan beri bana çok ilginç gelmiştir.. yani bir tost makinesi alıp hem ekmeğinizi kızartabilirsiniz, hem tost yapabilirsiniz, hem de bazı tost makineleri vardır ki, kendi teflon kabıyla verirler ve o kapta yapıp makinede pişirebileceğiniz bir sürü yemek vardır. Ekmek kızartma makinesine para vermek, ufak tezgahlarımızda onu da adamdan sayıp ona yer açmak, üstelik çalışması için bir de sürekli ona para yatırmak, ilginç insanların işidir diye düşünüyorum..


Diğer bir gereksiz aletimiz de elektrikli bıçak.. bu kitsch aleti ilk kez annemin çeyizinde görmüştüm. pop-art turuncusu renkteydi. Bir iki kesmeden sonra bozulmuş. Hızar model alınarak yapılmış olan bu dünyanın en gereksiz aletlerinden biri, bize aklınca kolaylık sağlıyor. Zaten mutfakta ne kesilecek ki ufak çaplı bir hızara ihtiyaç olsun? Akşam yemeklerinde kirpi yemiyoruz ya? Ayrıca kolumu iki kere fazladan oynattım diye damarlarım üstüste binmeyecek heralde?


Bu kadar örnek yeter sanırım... siz de çevrenizde benzer gereksizlikte elektrikli aletlerle burun buruna geliyorsanız ve onların varlığı artık içinizde onulmaz bir yara açmışsa deneyimlerinizi aktarın. El elden üstündür. Saygılar..

Etiketler: , , , ,

10 Yorum:

Blogger mkorkmaz dedi ki...

İnsanlar yorum yazamayacak kadar sıcaktan baymış haldeler sayın seyirciler. Acar muhabirimiz Akın Daldandala'nın haberine göre yurt sathında sıcakların artması ve keza kitlelerin gerek darbe gerek de şeriat korkusuyla sindirildiği, yalan ve dolanın ve gerçeklerin iç içe hatta dış dışa hatta kol kola geçtiği ve gezdiği bir ortamda yaşama sevincini içlerinde canlı tutmaya çalışan narin bünyeler değil klavyenin tuşlarına, bilgisayarın açma düğmesine bile basmaktan acizler. Kaldı ki art arda patlayan bombalar, Gülben Ergen'in göğüsleri, Hülya Avşar'ın yeni yeni feministlik günleri, Serdar Ortaç'ın Kenan Doğulu'nun çakkıdısından arak klip mantığı, alt komşunun şehvetli sevişme sesleri, iki yan komşumun kankalık günleri ve balkondaki rakı muhabbetleri, güvercinlerin bizim balkona özel sıçma harekatına yönelik kurdukları “Balkonakon Sıçış Örgütü” ve daha niceleriyle gün içinde insan yorgun düşüyor ve yazı yazmaktan aciz bir hale geliyor.

Eğer bir kaç kelam yazabilseydim şöyle olurdu: İlk gençlik yıllarımda yaz, bütün sene boyunca çarpık eğitim sistemi içinde var olmaya çalışmaktan yorgun düşmüş bünyeme ilaç gibi gelirdi. Akşam saatlerinde evin terasında başlayıp havanın kararmasıyla odamda sabah ezanlarına kadar süren kitap, dergi vs. okuma seansları, teleferikle Uludağ'a, Sarıalan'a çıkıp, dere bile denemeyecek, artık kurumuş ya da daha kaynağında şişelendiğini tahmin ettiğim su akıntısının yatağından zirveye doğru ilerleyip, yaz dışında yapılabilmesi imkansız, kendimce Dinlence Kayası dediğim yerde saatlerce boş boş oturmak, oturmak ve oturmak. Neden sonra Ankara günleri... Yurt bahçesinde uzun muhabbetler. Eryaman Günleri: ev hanımı yaradılışlı olmamdan olsa gerek, erken kalkıp kahvaltı sofrası hazırlamak, akabinde günlük gazeteleri okumak, biraz bulaşık ve dinlenme, neden sonra markete gitmek alış-veriş, öğle yemeği, akabinde ev temizliği, kavurucu güneşin balkondan düşmesiyle balkona sıvışmak, kitap okumak, komşu kızını gözetlemek, sokak çocuklarının hallerine gülmek, akşam yemeği için market alış verişi, akşam yemeği, çay, balkon, kısa veya uzun parkur Eryaman turu, az biraz tv, gotik toplama eşliğinde şarap, körkütük sarhoş olup üst kapa çıkarken merdivenleri sürünerek tırmanmak, biraz kusmak. Ve tüm yaz boyunca beyaz perdelerin rüzgarla evin bir içine bir dışına uçuşması.

Sonuç; yazları üşenmiyorum, istisnalar kaideyi bozmaz, çok baymıyorum sanırım. Neden sonra mutfağa girdiğimde o acayip ev aletlerini de görmüyorum, simplicity is genius deyip mi yoksa param yok deyip mi bilemiyorum, pek elektrikli mutfak aleti almamışım, yeni yeni alıyorum bir şeyler ama sanırım hepsi olmazsa olmaz şeyler gibi. Mutfak dışına çıkınca da durum değişmiyor sanki. Ama başka yerde de olsa görünce şaşırdığım şeyler var tabi; şarjlı burun kılı alma makinesi, babamın Türkiyede satmak için ithal ettiği sigara dumanını çeken ve filtreleyen kül tablası falan filan.

O değil de, Saman çok tatlı ya...

28 Temmuz 2008 12:43  
Blogger baragan dedi ki...

niye bi kayanın dibinde saatlerce boş boş oturdun ha, yoksa vahiy mi bekledin?

siz de çevrenizde benzer gereksizlikte elektrikli aletlerle burun buruna geliyorsanız ve onların varlığı artık içinizde onulmaz bir yara açmışsa deneyimlerinizi aktarın demişsin ya güneş, benim mutfakta bi tane harmona var, aklıma hemen o geldi, heheheh

28 Temmuz 2008 17:44  
Blogger mkorkmaz dedi ki...

normalde yaptığım piedra ırmağı kıyısına oturup ağlamaktı ama o kayanın dibinde zaman mı duruyordu yoksa bir ışınlanma mı söz konusuydu neden sonra tartışmaya başladım kafamın içinde. sonuç olarak vaftizci yahyayı beklediğimi farkedip ben mesihim demek istiyorum sayın seyirciler. dakika 76 ve 1-1'lik beraberlik devam ediyor fakat haşim kılıç'ın meşhur son dakikada ataklarıyla ergenekon kapatılmayabilir[system error].

29 Temmuz 2008 13:57  
Blogger güneş ö. dedi ki...

vay sana vaylar sana, baran. geri mi satmayı düşünüyorsun yoksam?

bu arada konuyla bağlantılı olarak aklıma dün akşam bir örnek daha geldi. kendisi elektrikli fekat kablolu değil. ancak yine de içimizde onulmaz bir yara açmayı başarmış bir alet: araba alarmları! hangi gamsız, hangi sorumsuz icatçının keşfettiğini bilemediğim ve ismini bilmesem de kendisine bazı bazı küfretmekte bir beis görmediğim bu adamcağızın/kadıncağızın icatı olan dünyanın en gereksiz ve bir o kadar da para israfı olan bu aleti hala fabrikalar niye üretirler bilmiyorum. düşünsenize adamın arabası çalınacak diye bütün bir mahalle ayağa kalkıyor. üstelik bu uyarı alarmlarının çoğu da feyktir yani; ya kedi oturmuştur arabanın üstüne, ya da bazı alarmlar rüzgardan bile öter. sahibi cama çıkıp elindeki zımbırtıyla alarmı susturmazsa saatlerce o lanet sesi duymak zorunda kalırsınız. adam size verdiği rahatsızlığı da umursamaz. onun yerine şöyle bir şey olabilir mesela: arabanın alarmı, arabanın sahibinin evinde bulunan ses çıkaran bir alete sinyal gönderir ve alarm sadece adamın evinde öter.. hatta o sinyal direkt olarak adamın cep telefonuna yönlendirilmiştir ve ekstra bir alet üretimine de gidilmemiş olunur böylece. tabi bunlar hep kurgu.. yine de yapılamayacağını düşünmediğim kurgular..

yeni örneklerlen döneceğim.

29 Temmuz 2008 16:28  
Blogger f_bardamu dedi ki...

bir onulmaz yaram var arkadaşlar!..müsebbibi de yukarıda tarif edilen dallama mucitlerden biri üstelik.. işbu onulmaz yarayı açan da şu meşum ürün : mısır patlatma makinesi.

güzide ilimiz konya'nın kendi halinde ilçesi ılgın da geçen çocukluğum boyu aklımda yer etmiş bir kaç sahne var : toprağı bol olsun mevlüt amcaların evine gidiyoruzdur hava da hafiften soğuk..mevlüt amcalı meryem teyzeli bu geleneksel türk ailesi hoşsohbettir bir kere..ama mesele bu değil..meryem teyze kesinlikle bu ziyareti unutulmaz kılan bir çeşit ritüel yaratmıştır farketmeden..yaklaşık bir saat geçer . işte meryem teyzenin mutfağa yönelme vakti..birazdan içeri girer elinde koca bir tepside mis gibi kokan yağlı patlamış mısır , meyveler , çerezler... hakiki bir gülümsemeyle patlamış mısıra yönelirim..

eyy mısır patlatma makinesini icat eden akıllı arkadaşlar..sizler tüm bu maziyi kalbimde bir yaraya çevirdiniz ..meryem teyzenin anısına saygısızlık yaptınız..nerede o eski patlamış mısırlar..peh!

29 Temmuz 2008 22:21  
Blogger baragan dedi ki...

türk kahvesi makinesi diye birşey var. nasıl çalışıyor, ne gibi kolaylıklar vaadediyor hiç bilmiyorum ama eminim ki züppe güdülerle üretilmiş duyarsız bir makine;gelenek muhafızlığına soyunarak veryansın ettiğimi sanan aldanır; kahve dediğin nedir ki koyarsın cezveye, pişer/mekanikleşmeye de gelecek iş gibi gelmiyor bana oranını tutturması, köpüğünü ayarlaması; olsa da olmaz,aslının yerini tutmaz. bunun da makinesini yapmayın argadaşım.

bu aletler ne hediye alacağını şaşırmış insanların işine yaradığı kadar/yaramaktan başka mutfakta bir işe yaramıyor, kutusundan çıkarıldığıyla kalıyor.

ama ne varsa "unplugged" mutfak aletlerinde var. mesela patates soyma bıçağı diye birşey var, büyük kolaylık azizim.

29 Temmuz 2008 23:18  
Blogger güneş ö. dedi ki...

türk kahvesi makinesi hakikaten çok aptalca bir güdüyle üretilmiş bir alet. ben mesela eve kız istemeye gelen aileye türk kahvesi makinesiyle kahve pişirip götüren gelinlik kızın samimiyetinden şüpheye düşerim..

30 Temmuz 2008 00:36  
Blogger Ivan dedi ki...

Kendi adıma "fritöz" diyerek tek geçiyorum bu konuyu. Neden mi? Hemen açıklayayım:

Sene '89 veya '90. Ben daha anaokulu yaşlarımdayım, ablam da ilkokul bilmemkaçta. Evdeki aktivitelerimiz halının üstüne oturup legolarımızla kuleler yapmakla, sindy bebeklerimize cicili bicili kıyafetler giydirmekle, "reklamlar bitsin yatıcam" diyerek 3 dakika daha televizyon karşısında oturmayı kar saymakla sınırlı. Rutin (gibi görünen) bir akşam, yemek hazırlama/babanın eve gelişini bekleme zamanları. Annem muhtemelen yorgun argın) işten eve gelmiş, mutfakta yemek hazırlıyor. Ben ve ablam mutfakla birleşik yemek odasında yere oturmuş oyuncaklarımızla oynuyoruz. Sırtımız mutfağa dönük, olanla bitenle asgari oranda alakalıyız. Babam eve geliyor. Gün içinde kimbilir hangi davaya kafası takıldı, hangi haciz olayına canı sıkıldı orası bilinmiyor, biraz sinirli. Bir de mutfakta yemek masasının üstünde duran bir fritöz var. Belli ki yemek yaparken o kullanılacak, o yüzden çıkmış mutfak dolaplarının üstündeki yerinden, ortalık yerde görevinin verilmesini bekliyor. Babam anneme yardım ediyor, neden sonra annemle aralarında sebebini hala tam olarak hatırlayamadıkları bir tartışma başlıyor. Fritöz hala masada. Bir önceki kullanımdan kalma kızartma yağı da içinde. Ben ablamla şen şakrak önümdeki legolarımla ilgiliyim. Neden sonra babamın tahammül sınırı aşılıyor, o da hırsını masada duran fritözden çıkarmak istiyor. Fritözü alıp yere doğru savuruyor. Neyse ki elinin ayarı var, fritöz bizim yanımıza düşüyor. Ama fritöz uçarken kapağı açılıyor, yere düşmenin etkisiyle de içindeki yağlar bir güzel savruluyor, hepsi benim kafamdan aşağı süzülmeye başlıyor. Neyse ki içindeki yağ sıcak değil. Ama nedense o yağlar sadece bana geliyor, hemen dibimde oturan ablama bir damla yağ bulaşmıyor. Yerde oturmuş oyun oynamaya dalmışken birden saçlarımdan yağlar damlamaya başlayınca tabi ben ne olduğunu algılayamıyorum. Hemen ne yapıyorum? Tabi ki ağlamaya başlıyorum. Annemler yanıma geliyor, bir miktar sevgi gösterisinden sonra, ablamdan beni yıkaması isteniyor. Ablam beni yıkıyor, kimbilir kaç dakika sürmüştü temizlenmem hatırlamıyorum, sadece banyoda oturuşum ve olayın şokunu atmış olduğumdan dolayı ablamla gülüşüm, hayal meyal aklımda... Neyse evde sükunet sağlanıyor, her şey normale dönüyor mutlu mesut yemeğimizi yiyiyoruz. Ama olaylar böyle sonlanmıyor. Annem yemek odasının halısını nasıl temizleyeceğini düşünüyor. O zamanlar halı yıkama makinesi de yok. O kadar yağın temizliğinin altından kalkamayacağını düşünüyor olucak ki, fazlaca dahiyane bir fikir geliyor annemin aklına. Gece etraf sessiz sakinken, halıyı rulo yapıcak ve camdan aşağı atıcak. Öyle de yapıyor (bu hareketin mantıklı açıklamasını hala annemden duyabilmiş değiliz) fakat planı istediği gibi işlemiyor, tesadüfen gece evine dönmekte olan birkaç apartman yan komşumuz halının pencereden düştüğünü görüyor. Halının pencereden atılabiliceğini (doğal olarak)tahayyül edemediği için, pencereden insan düştü sanıyor, koşarak pencerenin altına geliyor. Düşenin halı oduğunu görüyor ve halıyı alıyor. Ertesi gün apartmanımızdaki her daireyi elinde halıyla tek tek gezerek "bu halı dün gece sizden mi düştü?" diye soruyor. Bize de geliyor, kapıyı annem açıyor ve cevap olarak "hayır" diyor. Adam daha sonra o halıyı ne yaptı hala bilmiyoruz. Zaten kimse de ilgilenmiyor. En çok da annem ilgisiz. Olay bir an önce kapansın istiyor ki "hayır" cevabından sonra da kapanmış oluyor...

Fritöz o yere düşme darbesinden sonra haklı olarak bozuluyor. Tekrar bir faciaya yol açmaması açısından tamir bile ettirilmiyor, kutusuna konup emekli ediliyor. Fritözün yenisi de alınmıyor. Mutfakta gerekliliğinin sorgulanması açısından çok sağlam bir testten geçmiş oluyor bizim için, ve "lüzumsuz" damgasını yiyiyor. Biz çok mesutuz mesela fritözsüz. Kızartmaları çukurca bir kabın ya da teflon tavanın içinde yapıyoruz, balığı zaten babam ızgarada yapıyor, ne gerek var fritöze azizim? Sakin sakin de oturuyoruz böylece. Koku moku da dert değil, aspiratör hüüp diye içine çekiyor dumanı (uuv yes, tarkan rulaz). Izgara da zaten balkonda oluyor. Siz de atın evinizdeki fritözleri, sinirleniyorum !

30 Temmuz 2008 01:24  
Blogger güneş ö. dedi ki...

Bu yorum yazar tarafından silindi.

8 Ağustos 2008 22:04  
Blogger güneş ö. dedi ki...

vereceğim örneklerin bittiğini sanıyorsanız yanılıyorsunuz, zira bu yara bende çok derinlerde.

evet, yeni bir örnekle karşınızdayım.

geçen gün teknosa isimli sabancı uzay üssüne birkaç bir şey bakmaya gittiğimde rastladığım saçma sapan, abuk subuk ve aptal saptal bir aletle karşılaştım: dijital çerçeve!

efendim bu elektronik çerçeveyi bilgisayarınıza bağlıyorsunuz, atıyorsunuz içine cipekleri, gah sizin karizmatik fotolarınız, gah ailenizle çektirdiğiniz mutlu mesut fotoğraflar, gerçekleştirilen slayt şov ile sürekli gündemde tutuluyor. böylelikle evinizin bir köşesinde sürekli kendinde değişiklik yapan depresif bir çerçeve ile ortamın ambiyansını bir zelzele edasıylan sarsmış oluyorsunuz.

uyarılar: bu alet elektrikle çalışıyor (priz kullanmak için bir neden daha!), bu alet çevreye ısı yayıyor, bu alet çok kıro.

8 Ağustos 2008 22:06  

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa