The Pink Door Günleri
Doktorla the Pink Door'da burbonu fazla kaçırdığımız bir gündü, doktor hatırlamıyor, aslında ben de pek hatırlamıyorum, aklımda kalan sadece Stephin Merritt'in sesi, hani yazın plajda yürürken dinlesen yadırgamayacağın, aynı şarkıyı karlı bir havada sokakta yürürken dinlesen bir noel arifesinde yine yadırgamayacağın şarkıların sahibi adamın sesi. Ne diyordum? Evet Molina'nın bir tokat gibi yüzüme çarpan " You’ll have friends who won’t come home" sözleriyle kendime geldiğimde hava sabah olmaya yüz tutmuş aydınlanırken, evime girip, hiç sevmediğim halde, sırf Tom'un hatrına, bir fincan kahve alıp elime, camın önüne oturup, Saman'ı kucağıma alıp usulca sevmeye başladım. Neden sonra kapı çaldı, günlerden Pazar, saat sabahın altısı ve mevsimlerden ayaz. Kapıcı, o saatte nerden bulduysa, Pazar gazetesi getirmiş. Şimdi yanımda olsa, bu gazeteyi alır ve bir kelime bile okumazdık diye düşündüm bir an. Ben düşünüyorum, sen gidebilirsin Ahmet Efendi, ben müsadenle düşünmeye devam edicem. Haaaa, giderken şu külleri alıver ve uçakla denizin üstünde bi saçıver Ahmet Efendi. Seni çok sevdim Ahmet Efendi, sana samimi bir şekilde Aaamet desem kızmazsın değil mi? Bak Aaamet, o zamanlar biraz gençtim, yani hem gençtim hem de biraz burnumu sürtmüştüm. Bak sana bişey diyeyim Aaamet efendi aklıma gelmişken, iyi bi yazar "sonra" kelimesini kullanmaz, küçük insanların büyük olayları anlatırken zaman kazandıran bir hilesidir "sonra". Yok canıııııım, ben değil o söylüyor, ben kitap okumayı bırakalı altı yıl oluyor, pek ilgili değilim artık. Neyse, ne diyordum? Hah, tamam, hatırladım, sana birşey soracam; Sen hiç karını en iyi arkadaşıyla aldattın mı? Ahahahah, yok yok benimkisi beyhude bir çaba, bir şarkıya gönderme yapmaya çalışıyorum. Tamam Aaaahmet efendi, pardon bir adet a fazla oldu, neyse, siz gidebilirsiniz isterseniz, Saman da üşüdü zaten, üşüyünce genelde ishal olur. İnanın onun ishal olmasını istemezdiniz. Ortaokulda Fen Bilgisi hocasından yediğim tokatları bile tercih ederim o koku ve kirliliğe katlanmaktansa. Gerçekten söylüyorum, hayatımdaki en kötü hatıradır. Gay olduğumu o zamanlar yeni keşfetmiştim ve kafam karışıktı, günlerden Perşembe mevsimlerden yine ayazdı, hatta biraz entel olsam, üzerimde de yalnızlığın kokusu derdim, ahh ama ben okumayı altı sene önce bırakmıştım bayım. Ne yapabilirim ki, elimden ne gelir ki o adımı sayıkladığında... Neyse Aaahmet Efendi siz gidin. Ben, Saman, karşı penceredeki komşunun kızı ve bardakta gelişen bakteriyel yaşam formu okey oynayacağız. Yok canım, kafamda kuruyorum sadece, hayali arkadaşlarım var benim, yalnızlıkla nasıl başedebilirim diye düşündüm çok, nihayetinde hayali arkadaşlar edindim. Yalnız bir çocukluk yaşadım, tek arkadaşım kitaplardı... Ne, oha diyorum Perihan Maaaaaden edasıyla, evet evet, Elif Şafaaan sözleri bunlar, hiç sevmem kendisini ama, açıkcası şaşırdım onu tanımana, hayır gayet demokrat bir insanım ve insanlar arasında ayrımcılık yapmayı çok seviyorum. Çelişki benim göbek adım, bayım. Çelişiyorum öyleyse varım. Çelişkisel dışavurumculuk akımının en sünepe üyesiyim, ama şunu söyleyebilirim ki bayım, biraz param olsa en kralı ben olurdum. Aklıma gelmişken en sevdiğim çelişkilerden biri Damon & Naomi hakkındadır. Sırf "More Sad Hits"in hatrına dinliyorum hala. Onları seviyormuş simulasyonu yapıyorum. Neden mi? Hani adlarının aslında daha çok Magnetophone olduğu ve daha fazla Galaxie 500 tınladıkları dönem canım. Aslında sevip sevmediğimi bilmiyorum. Ahhh bayım, bu soruya cevap verebilsem geceleri ne kadar rahat uyurdum bilemezsiniz. İnanın bana sizinle daha fazla konuşmak isterdim ve fakat içimdeki Dean Warehamvari kaçma isteği ağır basıyor. İsterseniz siz gidin artık, hem doktoru nerede bıraktım hatırlayamıyorum, onu aramaya gideceğim, aaaaaaaaaaaahhhhhhh şimdi farkettim, o da hayali arkadaşlarımdan biriydi. Sanırım çok yalnızım Kaptan.
Etiketler: kendine saçmalamalar, monolog, nefret ettiğim tip blog yazısı, otobiyografik?
3 Yorum:
ex-libris gunlerini hatirliyorum ben de amcacim,tabi sicak sarapla isinan bunyeler doktorla icercesine sarhos olmuyor ama sinema bara giderken bir nick cave turkusu cigirip ergen triplerine hapsolabiliyorduk.
şimdi ne ex-libris kaldı ne de sinema bar. haa ne de gençliğimiz de diyebilirim. beyhude geçiyor zaman bilge, sen orda ben burda, herkes biryerlerde. carpe diem diyen iyi demiş aslında da öyle de olmuyor, selelere dolmuyor, gönderdiğin çoraplar ayağıma olmuyor bilge.
shake it, shake it, shake it babay!
babay?
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa